***
DIŞARDA
Points: 263.306, Level: 100
Level completed: 0%,
Points required for next Level: 0
Overall activity: 100,0%
Achievements


İmam-ı Cafer-i Sadık Ve Sufilerden Bir Grup
Süfyan-ı Sevri [1] İmam-ı Sadık (a.s)’a geldi; İmamı, yumurtanın akıyla kabuğu arasındaki ince bir zar gibi, çok latif, beyaz bir elbise giymiş olarak gördü. İtiraz kastiyle “Bu elbise sana uygun değildir. Dünyanın süslerine bulaşmaman gerekir dedi senden zühde çalışarak, takva sahibi olman ve kendini dünyadan uzak tutman beklenir.” diye devam etti.
İmam : Sana bir söz söylemek istiyorum; iyice dinle çünkü senin dünya ve ahiretine faydalıdır. Eğer gerçekten yanılıp da bu konu hakkında, İslam dininin görüşünü bilmiyorsan; sözüm, senin için çok faydalı olacaktır. Yok, eğer senin görüşün İslam’da bid’at icadetmek ise bu ayrı bir mesele o zaman bu sözler sana hiç bir fayda sağlamayacaktır.
Belki de sen Allah’ın elçisinin ve sahabesinin sade ve fakirane durumunu kendi zamanlarında, göz önüne getiriyorsun ve bütün müslümanların kıyamet gününe kadar, aynı durumu, örnek alarak, daima fakirce yaşamalarını, bir vazife olarak düşünüyorsun. Fakat ben sana söyleyeyim, Allah’ın elçisi öylesine bir zaman ve muhitteydi ki fakirlik, yoksulluk onları altına almıştır. Bütün halk, yaşamak için gerekli olan ihtiyaç araçlarından mahrumdu.
Resül-i Ekrem (s.a.v) ve sahabesinin yaşamının vaziyeti, umumun o zamanki durumuna bağlıydı. Fakat yaşama araçlarının mevcut olduğu ve ilahi bağışların bol bulunduğu bir asır ve zamanda, o nimetlerden yararlanma hakkı, en çok iyi ve salih kişilere aittir, ve kötülere değil Müslümanlara aittir kafirlere değil.
Beni hangi şeylerde ayıplıyorsun sen? Allah’a yemin ederim ki nimetlerden ve ilahi bağışlardan faydalandığımı gördüğün gibi, buluğ çağına ulaştığım zamandan beri, malımda başka kimselerin hakkı olursa, onu nasıl ödemem gerekir düşüncesiyle geçmeyen bir gece veya gündüzüm olmamıştır.
Süfyan İmamın mantığına bir cevap veremedi. Başı aşağı ve yenilmiş olarak dışarı çıktı. Dostları ve meslektaşlarına gidip macerayı anlattı. Onlar da birlikte gidip İmamla tartışmaya karar verdiler.
Topluluk birleşti ve “Arkadaşımız, güzelce kendi delillerini zikredemedi, biz şimdi parlak delillerle sizi mahkum etmeye geldik.” dediler.
İmam : - "Delilleriniz nedir? Açıklayınız?"
Topluluk : - "Delillerimiz Kuran’dandır."
İmam : - "En iyi delil Kuran’dan olur zaten, açıklayınız, dinlemeye hazırım."
Topluluk : - "Biz, Kuran’dan iki ayeti iddiamız ve benimsediğimiz yolun doğruluğunu kanıtlaması için getireceğiz ve bu bizim için yeterlidir. Allah Kur’an-ı Kerim’de, bir yerde, sahabeden bir topluluğu şöyle övüyor" :
“Kendileri yoksullukta ve sıkıntıda oldukları halde başkalarını kendilerine üstün tutarlar, ve öyle kimselerdirler ki, cimrilikten ve kıskançlık sıfatlarından uzak kalırlar, onlardır kurtulanların ta kendisi.[2]
Ve başka bir yerde Kur’an diyor ki :
“Yemeğe ihtiyaçları olduğu halde, onları fakir, yetim ve esire yedirirler.” [3]
Sözleri buraya geldiği zaman, meclisin kenarında oturan ve onların sözlerine kulak veren biri dedi ki; “Şimdiye kadar anladığım şey şu ki, sizin kendi sözlerinize bile inancınız yok. Siz bu sözleri halkın, kendi mallarına karşı ilgisiz kalıpta onları sizlere bağışlamasını ve buna karşılık, o mallardan kendinizin faydalanmanızı tasarlıyorsunuz.
İmam: - "Şimdilik bu sözleri bırakınız. Bunların faydası yoktur. Sonra topluluğa dönüp buyurdu: “Önce söyleyiniz, Kuran’dan delil getiren sizler, acaba Kuran’daki muhkem, müteşabih, nasih ve mensuh’u ayırd ediyor musunuz, etmiyormusunuz?. Bu ümmetin doğru yolundan sapanların çoğunun, asıl uzaklaşma nedeni, Kuran’da mevcut olan, gerçek ve sahih bilgilere sahip olmamaları oldu.
Topluluk: - "Elbette bu konuda bir miktar bilgimiz var, fakat tam değildir.
İmam : - "Sizin talihsizliğiniz de bundandır. Peygamber (s.a.v)’in hadisleri de Kuran’ın ayetleri gibidir. Onları da kamilen tanımak ve öğrenmek lazımdır. Ama Kuran’dan okuduğunuz bu ayetler, ilahi nimetlerden yararlanmayı yasaklamaz. Bu ayetler bağışlamaya bağlıdır. Bir kavmi övüyor. Çünkü onlar muayyen bir zamanda diğerlerini, kendilerine üstün kıldılar ve helal olan mallarını başkalarına verdiler, vermeselerdi de hiç bir suç ve günah işlemiş olmazlardı. Allah onlara böyle yapmanız gerekir diye emretmemişti, fakat, yapmalarını da yasaklamamıştı. Onlar, şefkat, ihsan hükmüyle kendilerini yoksulluk ve sıkıntıya bırakmışlar ve başkalarına vermişler. Allah da onlara mükafat verecektir. O halde, bu ayetler sizin iddianıza uymuyor. Çünkü siz halkı kınıyorsunuz ve Allah’ın onlara layık gördüğü mal ve nimetlerini kendilerine yasaklıyorsunuz. Onlar, o gün verdiler, dağıttılar. Fakat sonra bu konuda Allah tarafından mükemmel bir ferman geldi; bu işin sınırlarını tayin etti. Sonradan gelen bu ferman, onların işini feshedicidir. Elbette ki bizim, bu düstura tabi olmamız gerekir; değil onların ameline.
Allah, inananların durumunu düzeltmek için özel lütfu vasıtasıyla, kişinin kendini ve ailesini darlığa atmasını ve avucundakileri başkalarına bağışlamasını yasaklamıştır. Çünkü kişinin ailesi arasında dayanma gücü olmayan zayıflar, küçük çocuklar, ihtiyarlar vardır. Eğer ben kazandığım bir parça ekmeği dağıtırsam, sorumlu olduğum ailem telef olacaktır. Binaenaleyh Resül-i Ekrem (s.a.v) buyurdu ki :